Oğul Bayatlı babasının izinde
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde yıllarca öğretim üyeliği yapmış merhum Prof. Dr. Kemal Bayatlı'nın Birlik Vakfı'nda vaktiyle yaptığı konuşmaları şimdi oğlu Altay Bayatlı'nın devam ettirmesi, hem vakıf yetkililerini, hem katılımcıları heyecanlandırdı ve duygusal anların yaşanmasına sebep oldu.
Birlik Vakfı Edirne Şubesi'nin düzenlediği Edirne Konuşmaları programı devam ediyor. Programın bu haftaki bölümünde Irak Türkmenlerinin son durumu konuşuldu. Programa konuşmacı olarak bir Irak Türkmen kökenli olan Altay Bayatlı katıldı. Altay Bayatlı, Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde yıllarca öğretim üyeliği yapmış merhum Profesör Dr. Kemal Bayatlı'nın oğlu. Kemal Bayatlı'nın Birlik Vakfı'nda vaktiyle yaptığı konuşmaları şimdi oğlunun devam ettirdiğini görmek, hem vakıf yetkililerini, hem katılımcıları heyecanlandırdı ve duygusal anların yaşanmasına sebep oldu.
Toplantı Birlik Vakfı Edirne Şubesi Başkanı Dr. Recep Duymaz'ın açılış konuşmasıyla başladı. Duymaz özetle şunları söyledi; 'Bu toplantımızı, bir yandan hüzünlü, bir yandan sevinçli duygularla açıyorum. Bu akşamki konuşmacımızın babası, Trakya Üniversitesi'nde yıllarca beraber görev yaptığımız bir çalışma arkadaşımızın oğludur. Iraklı bir göçmen aileden gelen Prof. Dr. Kemal Bayatlı'nın Bağdat'tan Türkiye'ye gelmek üzere nasıl yola çıktıklarını, yolda karşılaştıkları zorlukları, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin sınırları içine girince nasıl şükür secdesine kapandıklarının hüzünlü hikâyesini, Türk dili ve Edebiyatı Bölümü'nde ezberlememiş kimse herhalde yoktur. O yıllardaki aile misafirliklerimizde ayaklarımızın arasında dolaştığını hatırladığımız Altay Bayatlı'nın şimdi seçkin bir topluluğa hitap edebilecek bir yaş ve bilgi birikimine geldiğini görmek bizi fazlasıyla sevindirmiş ve mutlu etmiştir. İnanıyorum ki rahmetli babasının ruhu da bu sahneyi görüyor ve oğluyla huzur duyuyordur. Toplantımızın bu dakikasında sizleri konuşmacımızın merhum babasının ve arkadaşımızın ruhu için birer Fâtiha okumaya davet ediyorum. Edirne, hem tarih, hem kültür ve medeniyet bakımından büyük bir şehrimizdir. Büyük başların derdi de büyük olur sözü uyarınca Edirne'nin de uzun tarihi, mutlu ve acılı olaylarla doludur. Bu hafta onlardan birini hatırlıyor ve yaşıyoruz. Şehit Ressam Hasan Rıza ( 1858 İstanbul '“ 26 Mart 1913 Edirne) yaptığı resimleriyle şehrimizi ve tarihimizi güzelleştirdiği için bir yandan bizi sevindirirken, bir yandan da hazin ve dokunaklı şehit ediliş öyküsüyle üzmekte ve düşündürmektedir. Onda resim yapmak arzusunun daha ilk mektep yıllarında başladığını, defter kalem bulamadığı zamanlarında bu arzusunu kömür parçalarıyla evinin duvarlarına kalyon resimleri çizmeye varacak kadar ilerlettiğini biliyoruz. Trakya Üniversitesi Rektörlüğü, onun hem hayatını, hem sanatını bütün incelikleriyle araştırmak ve ortaya koymak amacıyla 2013 yılında üniversite bünyesinde Şehit Ressam Hasan Rıza Güzel Sanatlar Meslek Yüksek Okulu'nu açmıştır. Bu okulun hocaları ile şehrimizdeki resim öğretmenleri, hafta boyunca onun eserlerini, hem öğrencilerine, hem kamuoyuna estetik değerlerini öne çıkararak anlatacak programlar uygulayacaklarını umuyorum. Onun Türklerin Asya Kıtasından Avrupa Kıtasına geçişlerini gösteren tablo ile Fatih Sultan Mehmet'in gemileri karadan yürütmesini gösteren tablolarındaki büyük düşünceye ve sanat anlayışına bugün her zamankinden daha çok ihtiyacımız vardır.'
Programın devamında Altay Bayatlı'nın sunumuna geçildi. Bayatlı, özetle şunları söyledi:
'Yıllar sonra ailemin geldiği Bağdat yakınlarındaki Kifri köyüne gittim. Beni Münzir Beyefendi karşıladı, gezdirdi ve Irak'taki yaklaşık iki milyon Türkmen'in son durumu hakkında faydalı bilgiler verdi. Türkmenler, ilerde başlarına gelecekleri sezdikleri için olacak, vaktiyle çok çocuk yapmışlar ve bu sayede senelerden beri sağa sola göç etmelerine rağmen bugün bu bölgede hatırı sayılır yoğunlukta bir Türkmen varlığının bulunmaya devam etmesini sağlamışlardır. Türkmenler, görünüşte eğitim, çalışma, siyaset ve gündelik hayat alanlarında serbesttirler. Ekonomik bakımdan da durumları normaldir diyebiliriz. Okuyan, çalışan ve üretenlere fiziki engeller çıkarılmamaktadır. Ancak ülkenin genelindeki sıkıntılar, ister istemez Türkmenlere de yansımaktadır. Onların başında terör, işsizlik ve mezhepçiliğe dayalı parçalanmışlık gelmektedir. Irak Türkmenleriyle konuşurken insan, şaşılacak şekilde buradaki Türkmenlerin Türkiye Cumhuriyeti Devleti'yle bağlarının zayıfladığını, hatta kopmak üzere olduğunu fark eder. Bunun sebeplerini araştırdığında, onların başında 1Mart tezkeresinin reddedilmiş olmasının geldiğini görür. Bilindiği gibi 1 Mart 2003 tarihinde ABD'nin isteğiyle hazırlanmış bir tezkere TBMM'inde gerekli çoğunluk sağlanamadığı için reddedilmişti. Bu tezkerenin iki amacı vardı. Birincisi, Irak'ı işgal edecek ABD'nin asker birlik ve silahlarının Mersin limanımızdan Irak sınırına kadar olan bölgede konuşlandırmasına ve geçiş yapabilmesine yasal zemin hazırlamak. İkincisi de Türk askerinin Irak'a gönderilmesine imkân sağlamak. Irak Türkmenleri, bu girişimi, savaşın sonunda Kuzey Irak'ın Türkiye'ye bağlanacağı şekilde yorumlamışlar, büyük bir heyecan ve coşkuyla Türk ordusunu beklemişlerdir. Tezkerenin reddedilmesi, ardından Türk ordusunun Irak'a gelmemesi, onlarda tarifi mümkün olmayan bir hayal kırıklığına sebep olmuştur. Daha da ileri giderek bugün Türkiye'nin güney sınırlarının terörden bir türlü arındırılamamasının sebebinin de bu tezkeresin reddedilmesi olduğunu düşünüyorlar. Halbuki tezkere geçse ve Türk ordusu Irak'a girseydi, bugün güney sınırlarımızın güvenliği bir yana, Musul ve Kerkük bile Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin sınırları içinde bulunacaktı. Türkmenler, Türkiye'nin eline böyle bir fırsatın bir daha geçebileceğine asla inanmamakta ve kendi kaderlerine razı olmuş görünmektedirler. Türkmenler, Münzir Beyefendi'nin öncülüğünde Anti Terörizm adlı yeni bir örgüt kurmaya çalışmaktadırlar. Fakat başta Türkmen Cephesi olmak üzere halk, şimdiye kadar kurulmuş dernek, parti ve cemiyetlerden umduğunu bulamamış ve onlara güvenini kaybetmiştir. Bütün bu anlattıklarımızdan sonra şu sonuca varabiliriz: Irak Türkmenleri, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin siyasetinden değil, ama akademik kamuoyundan şöyle bir beklenti içindedirler: Türkmenler arasında eğitim, birlik ve bilinç kavramlarının canlandırılmasına yardımcı olmak. Türk akademisyenleri, bunu Türkmenlere yönelik makale, kitap, bilim ve sanat eserleriyle başarabilirler.'
Toplantının müzakere bölümünde konuyu güncel olaylara bağlayacak şekilde çok sayıda sorular soruldu.