• Haberler
  • Edirne
  • Karavit'ten Deli Selim anısı: Deli Selim, El Greco ve 9/8'lik ruhu

Karavit'ten Deli Selim anısı: Deli Selim, El Greco ve 9/8'lik ruhu

Edirneli klarnet virüözü Deli Selim'den Yunan Ressam El Greco'ya uzanan bir anıdır bu yazı. Edirneli Prof. Dr. Caner Karavit, Deli Selim'in vefatının 26'ncı yılında Deli Selim'in icra ettiği müziğin evrenselliğini vurguladığı anı yazısında 1980'li yılların ilk yarısından günümüze kadar yaşadıklarını anlatırken Deli Selim ile El Greco'nun ruhunu bir araya getirdi. Edirne'den Girit Adası'na kadar ulaşan anılarında Karavit, Deli Selim'in Mastikasını Girit Adası'ndaki Çingene çocuklarla Türkçe ve Yunanca seslendirirken tarihe önemli bir not düştü.

Karavit'ten Deli Selim anısı: Deli Selim, El Greco ve 9/8'lik ruhu
TAKİP ET Google News ile Takip Et

Türkiye'de etnik müzik ve Trakya bölgesi bir arada düşünüldüğünde akla gelen ilk isim Edirneli klarnet virtüözü Deli Selim'dir. Müzik dünyasına kazandırdığı yaklaşık 35 albüm ve günümüzde hâlâ dillerden düşmeyen '˜Ayılana gazoz bayılana limon', '˜Mastika', '˜Karaçalı' gibi Roman müziği eserleriyle tarihe adını yazdıran sanatçı, Edirneliler tarafından da sık sık anılmaya devam ediyor. Edirneli Prof. Dr. Caner Karavit, geçtiğimiz günlerde müzik dünyasında Deli Selim ismiyle yer edinen Selim Kızılcıklılar'a da yer verdiği anısını sosyal medya platformu Facebook'tan paylaşırken; paylaşım yoğun beğeni topladı. Karavit, Deli Selim ile ilk kez tanıştığı 1980'li yılların ilk yarısından günümüze doğru devam eden anılarla dolu yazısında Yunanistan'ın Girit Adası'ndaki Hanya şehrine uzanan yolculuğunu kaleme aldı. Deli Selim'in icra ettiği müziğinin evrenselleşmesine önemli bir örnek olan anı yazısında Karavit, vefatının 26'ncı yılında Deli Selim ile Yunan ressam El Greco'yu adeta bir araya getirdi. Karavit, 'Deli Selim'in aksak notaları ve El Greco'nun 9/8'lik tutkusu' başlığını kullandığı anı yazısında şu ifadelere yer verdi;

'BANA DELİ SELİM DİYORLAR'

'1980'lerin başıydı. Manisa Batı Kışla'da askerlik yapan kardeşimi ziyarete gitmiştim. Kardeşim beraberinde iki Edirneli arkadaşıyla geldi. Ziyaret saati bitince, 'Edirne'ye mi döneceksin?' dediler, 'Evet' dedim. Biraz sıkılarak: 'Edirne'ye gönderilecek eşyalarımız var' dediler, 'Ben götürürüm' dedim. Edirne'ye döndükten birkaç gün sonra, Kıyıklı bir arkadaşımla valizleri yüklenip emaneti teslim etmek için Küçükpazar'a gittik. Kahveye oturup, emaneti teslim alacak kişileri beklemeye başladık. Kahvedekilerle sohbet falan derken, içlerinden birisiyle muhabbeti koyulttuk. Valizleri teslim ettikten sonra, ayrılmak üzereyken muhabbet ettiğimiz kişi kim olduğumuzu sordu, söyledim. Ben de ona sordum: 'Bana '˜Deli Selim' diyorlar.' dedi. İlk defa duyduğum için, özgün mahallelerde renkli kişilere verilen bir lakap olduğunu düşünüp, üzerinde durmadım.

'DELİ SELİM'İN KASETLERİ TEZGÂHTA'

İstanbul'a Akademi'deki eğitimime döndükten bir müddet sonra, Trakya havalarını özlediğimden bir kaset almak istedim. Eskiden müzik kasetleri, özellikle yerli kasetler, işporta tezgâhlarında satılırdı ve çoğu kopyaydı. Baktığım tezgâhın üstünde Deli Selim'in kasetleri de vardı. Kaset kapağının fotoğrafına baktım, kahvede sohbet ettiğim adamdı. Hangi albümüydü hatırlamıyorum, ama içinde 'Mastika', 'Kuru Fasulye 2,5 lira', 'Lakoste Marey' gibi parçalar vardı.

'DELİ SELİM'İ KİM TANIMAZ Kİ?'

Aradan birkaç yıl geçti, bir okul gezisine katıldık. Akademili (Güzel Sanatlar Akademisi) yıllarımızda zaman zaman tarihi kentlere okul gezileri yapılırdı. Bu gezilerden bir tanesi de Edirne'ye oldu. Gezimizin ilk tarihi mekânı Muradiye Camisi'ydi. Cami ve çevresini biraz gezdikten sonra dışarı çıktık. Etrafımızı Çingene çocukları sardı ve merakla: 'Abi neredensiniz, kimsiniz?' diye sormaya başladılar. Küçükpazar'a bu kadar yakın düşmüşken, sorularına soruyla karşılık verdim: 'Deli Selim'i tanıyor musunuz?'. Sitemkâr bir ifadeyle: 'Kim tanımaz ki!' dediler. Öyle ya, bu da sorulacak soru muydu? Edirne'ye gelip koca Deli Selim'i tanıyor musun denir mi? Neyse, arkadaşlarıma biraz hava atarak: 'Deli Selim benim tanıdığım' dedim. Çocuklar: 'Çağıralım mı abi?' dediler. Umutsuzca: 'Gelir mi acaba?' diye sordum, 'Bir bakalım' deyip gittiler.

'NEFİS BİR 9/8'LİK ZİYAFETİ ÇEKTİ'

Pek umudum yoktu, Deli Selim'in mütevazı bir insan olduğunu duymuştum, ama bazen çalgı ortamında canı sıkıldıysa basıp gidecek kadar da başına buyruktu. Aradan çok geçmedi, uzaktan Deli Selim ve ince saz ekibi göründü, çok sevinmiştim. Birkaç yıl önceki sohbetimize güvenerek: 'Beni tanıdın mı?' diye sordum, 'Hani '¦' diye başlayıp kısaca anlattım tanışıklığımızı. Yüzüme baktı: 'Evet, tanıdım.' dedi. Gerçekten tanımış mıydı, yoksa kırmamak için mi öyle demişti, bilmiyorum. Ama bize tükürüklü aluvyon sol gırnatayla nefis bir 9/8'lik ziyafeti çekti. Çevremizi saran kızanlarla birlikte coşkuyla oynadık.

YUNANİSTAN'A YOLCULUK

Otostoptu, trendi, beyin pişiren komünist dönem otobüsleriydi derken, 98'deki uzun Balkan turumun sonlarında, Girit yolculuğu için Atina'nın Pire limanına indim. Gemi için bilet almak üzere pasaportumu biletçiye uzattım. Biletçi kadın Türk pasaportunu görünce biraz duraladı ve hemen bir yerlere telefon etti. Sanırım polise telefon etmişti. Otelde bir gece önce izlediğim televizyondan anladığım kadarıyla, Yunanistan'da bir yerlerde orman yangını çıkmış ve failinin Türkiye'den geldiğine dair şüpheler vardı. Gemi kalkmak üzereydi ve biletçi kadın yüzüme baka baka telefondakiyle konuşmayı uzatıyordu. Nihayet karşı taraftan onay geldi ki, biletimi verdi. Ben de sırt çantamla koşarak gemiye yetiştim. Geminin en ucuz yeri en üst kattaki güvertesiydi. Akşamüzeri olmasına rağmen hava sıcaktı. Üst güvertenin en esintili yerini seçerek uyku tulumumu zemine serdim. Yerleştikten sonra etrafımı seyretmeye başladım. Kimler yoktu ki: içki içenler, sevişen çiftler, gitar çalanlar, yaşları 40-45 arası dövmeli hippi artıkları'¦ Hep birlikte üfül üfül gidiyorduk işte.

İSTİKAMET GİRİT ADASI

Gece olup geminin üst güvertesine karanlık çökünce, ay parladı Ege denizinin üstüne. Gitarlar ve melodileri rüzgârın sesine karışmaya başladı. 'Geminin en ucuz yeri, ama en paha biçilmez yeri.' diye düşündüm. Esinti giderek artmaya başlayınca, girdim uyku tulumunun içine. Sabahın erken saatlerinde yüzüme vuran güneşin güçlü ışıklarıyla uyandım, uzaktan Girit adası görünmüştü. Limana yanaştık, sırt çantamı omuzlayıp, Hanya Limanı'ndan merkeze doğru otel bulmak için yürüdüm. Mütevazı ucuz bir otel buldum ve biraz dinlendim. Çıkıp biraz sağı solu gezdikten sonra, bir şeyler almak için markete girdim. Marketten çıkarken gözüm bir bira markasına takıldı, 'Mythos'. İsmi çok cazibeliydi, sonuçta 'Mythos' tragedyanın kaynağı ve ruhuydu. Haritadaki gezi listemde, ünlü Giritli yazar Kazancakis'in tepedeki mezar parkı vardı. Orada, Kazancakis ve 'Mythos' kim bilir neler söyleyeceklerdi bana? Ama bunun için para harcamam gerekiyordu. Gözümü karartıp 290 Drahmi'yi verdim ve 'Mythos'u aldım.

KAZANCAKİS'İN MEZARINI ZİYARET

Akşam olmaya başlamıştı, Kazancakis'in mezarının olduğu yüksek duvarlı tepeye doğru tırmandım. Mezarın çevresindeki banklarda bir şarapçı, öpüşen bir çift ve birkaç Giritli yaşlı vardı. Güneş batmak üzereydi ve Ege'nin Ağustos ayı sıcağı yavaş yavaş çekilmeye başlamıştı. Tatlı sarmal bir esinti girdi, Kazancakis'in kare formlu mezarının denize bakan tarafından. Batan güneşe dalarak, Balkan gezimin ilk içkisi olan 'Mythos' biramı açtım ve içtim. Birden, Kazancakis'in romanından filme aktarılan 'Zorba' filmi aklıma geldi. Filmin en fırtınalı sahnelerinden birinde Alexi Zorba: 'Katastrofi!' (felaket) diye bağırıyordu. Ben de bağırmak istedim, çünkü 'Mythos' tam bir 'felaket'di. Sıcaktı, tatsızdı, bütün havam bozulmuştu.

FRİDA KAHLO'YU DA HATIRLATTI

Hava da kararmaya başlamıştı ve gemiden indiğimden beri bir şey yememiştim. Hanya'nın merkezine inip, kendimi en ucuzundan bir '˜fastfood' hamburgerciye attım. Tezgâha yaklaşıp bir hamburger isteyecektim ki garson kızın belirgin sayılabilecek tüysü bıyıkları dikkatimi çekti. Üzerinde fazla durmadım, hamburgerimi ısmarlayıp bir masaya oturdum. Biraz sonra bir başka garson kız hamburgerimi getirdi, Allahım o da bıyıklıydı. Sonra önümdekileri toplamaya gelen üçüncüsü de. Aralarında bir kıyaslama yapmak için tezgâhtaki siparişleri alan kıza baktım. Şüphesiz en gür olanı oydu. Onu süzerken kaşlarının da ressam Frida Kahlo gibi birleşik olduğunu fark ettim. Birden göz göze geldik, utandım. Rahatsız etmemek için gözlerimi kaçırarak, sessizce oradan ayrıldım.

EL GRECO PARKI'NDA DELİ SELİM'İN RUHU

Girit'te kaldığım birkaç gün içerisinde sabah kahvaltımı alıp, ünlü Giritli ressam El Greco'nun Parkı'na gitmeyi alışkanlık haline getirmiştim. Parkta bir adet şeftali ve konserveyle kahvaltımı yaparken, parkın müdavimlerini izlemeyi seviyordum. Önce sırt çantasıyla bankta uyuyan adam uyanırdı, bir konserve devirip tekrar uyurdu. Saat 11.30'da, El Greco'nun resimlerindeki gibi kafasının yanı tıraşlı rahiplere benzeyen yaşlı bir adam yavaş adımlarla parkın içinden geçip giderdi. Sabahın ilerleyen saatlerinde de Kuzey Avrupalı olduğunu tahmin ettiğim bir çift, keman ve çellolarıyla klasik müzik konseri icra edip para toplardı. Bu çift yine bir sabah konsere başlamıştı ki fazla uzun sürmedi. İki Giritli çingene çocuk gelerek darbukalarının 9/8'lik ritmiyle hızlı bir giriş yaptılar. Klasik müzik çalan kuzeylilerin bu güçlü darbuka sesiyle baş etmeleri imkânsızdı, çantalarını toplayıp kaçtılar. Aslında, güne dinamik başlayacağımın da habercisiydi bu. Çocukların yanına gittim, oyun havalarını dinlemeye başladım. Memleket ritimlerine çok benziyordu. Bir ara '˜spastika mastika' ya da ona benzer bir şeyler söylemeye başladılar. Bu, Deli Selim'in meşhur parçası Mastika'nın Yunancasıydı. Ben de Mastika'nın Türkçesi'yle onlara katılınca, şaşırdılar. Her gün söyledikleri şarkıyı yabancı birisinden duymanın şaşkınlığı geçince, ben Türkçe, onlar Yunanca şarkıyı hep birlikte yüksek sesle söylemeye başladık. Öyle coşkuluydu ki parktaki herkes oynayacak zannettim. Ama konserveci hala bankta uyuyordu, Greco'nun resimlerindeki rahibe benzeyen yaşlı adam ise çoktan uzaklaşmıştı ve kuzeyli müzisyen çift ise belki de bir daha gelmemek üzere kaçmışlardı. Biz bize kalmıştık.

'EL GRECO OYUN HAVALARINI YANSITIYORDU'

Gözüm başka birilerini ararken, biraz ötedeki heykele takıldı. Parkın girişindeki bu heykel, belli belirsiz uzun kolları, bacakları ve ince vücuduyla Greco'nun figürlerinin Giritli yorumu gibi duruyordu. Heykelin çok dinamik bir formu vardı. Keskin hatlarıyla, El Greko'nun resimlerinde planları ayrıştırmak için kullandığı '˜cazipleştirilmiş karşıtlık'ın heykele uygulanmışı gibiydi. Uzun kollarının uzandığı yerde ise sanki bacaklarının arasına sıkıştırdığı bir darbuka duruyordu ve belli belirsiz elleri sanki 9/8'lik vuruşlar için sabırsızlanıyordu. Heykelin ruh hali ise, El Greco'nun 'Apokalipsin Beşinci Mührü' resmindeki kendini bir oyun havasının ritmine bırakmış figürüne benziyordu. Heykelin genel duruşu, oyun havalarının dinamik ve neşeli ruhunu yansıtıyordu. Ama yüzüne düşen gölgenin neden olduğu bir de hüznü vardı. Heykelin yarattığı ruh hali ve Çingene çocuklarının ritimleri beni uzaklara götürmüştü. Dedim ya parkta El Greco'nun ruhu var gibiydi, aslında bir çeşit delilik haliydi bu. Kazancakis'in Zorba romanında Aleksi Zorba'nın dediği gibi: 'Her insanın kendi deliliği vardır, bana da öyle geliyor ki, en büyük delilik, bir deliliğe sahip olmamaktır.'

NEDEN DELİ?

Peki, Greco'nunki ve Deli Selim'inki hangi delilikti; yakıştırılan mı, sahip oldukları mı?  (Greco'nun deliliği'¦ ressamın başka tuvallere getirdiği karşıt yorumdan ve sanatçı kişiliğinden kaynaklanan ağırlığını ve yüceliğini karalamayı amaçlamaktadır) der Barres. Ya Deli Selim'in deliliği de karalama üzerine miydi? Belki de eli açık, bonkör kişiliğinden veya başı buyrukluğundandı. Ya da müzik aletlerinden çıkan sesin notadan değil, kafadan çıktığını söylemesindendi. Sanırım bu yüzden Deli Selim'in icrası, başka bir gırnata ustası tarafından komik bulunmuştu. Ama bana göre bu yorum oldukça sığdır. Deli Selim'in oyun havalarının 9/8'lik ritmi (aynı isimli şarabı gibi) son derece neşelidir, ama aynı zamanda içerisinde hüznü de barındırır. Yani dinlediğiniz yere bağlıdır bu durum. Eğer kulağınız, gırnatanın ağzındaki tükürükleri görecek kadar 9/8'lik ritme yakınsa, bu ritim efsaneye göre 'Selimiye'nin çimlerini bile oynatır.'. Ama atmosferik ses perspektifinin oluşacağı kadar uzaklaşırsanız durum değişir. Bu aynı, biz çocukken geceleri Araplar Mahallesi'ndeki düğünlerden bayır yukarı tırmanarak Taşlık'a ulaşan yorgun 9/8'liğin içimizde yarattığı duygulara benzer. Araya giren hava, hızlı ritmin doğrusal hareketini rüzgâr dalgalarıyla yavaşlatır, uzatır ve iç ses düşüren notalara dönüştürür. Az önce sizi fıkır fıkır oynatan ritim, derinlemesine hüzne dönüşür. İşte, bu çelişkili gibi duran duygu farklılıkları, bu coğrafyada yaşanmış olan olayların yarattığı karışık duyguları -tamamen hüzne teslim etmeden- birlikte ifade edebilme kültüründen kaynaklanır. Nasıl ki ruhun hüzünlü hallerinden Blues'un mavi notaları çıktıysa, kalbin aksak ritminden de 9/8'liğin kırmızı notaları doğmuştur. Hem de Edirne Kırmızısı'ndan.

'˜UZUR' İÇİNDE UYUYASIN

İşte, gırnata virtüözü Deli Selim'in müziği böyle bir şeydir ve aynen Greco'nun deliliği gibi, diğerlerine karşıtlık oluşturduğu için 'Deli' sayılır. Ve biz, bu yüzden 'Dire Straits', 'Queen' ya da 'Pink Floyd' dinlerken, birdenbire hiç tereddüt etmeden 9/8'lik oyun havalarına geçiş yapabiliriz. Ölümünün 26. yılında Edirne'nin klarnet virtüözü ve üstadı Deli Selim'i sevgiyle anıyoruz. Uzur içinde uyuyasın.' 

Bakmadan Geçme