Derseniz hayvandan kastınız kedi, köpek bir de kuş mudur
yoksa at, inek, kurt, aslan, fok balığı, panda ya da balinalar da işin içine
girer mi?
Tabi şehrin ortasında kedi, köpek ve kuştan başka bir hayvan türü görmek zor
olduğu için sizi zorlamayacağım ve seçeneklerinizi sadece bu yazı için kedi,
köpek ve kuş ile sınırlı tutacağım.
Hatta ve hatta dünün tarihiyle (17 Şubat) günün anlam ve önemine binaen
seçeneğinizi sadece kediye indirgiyorum. (17 Şubat; Dünya Kediler Günü’ymüş.)
Aslında başka şeyler yazmak için oturmuştum bilgisayarın başına ama gündemin
ağırlığı ve karmaşası karşısında “Dünya Kediler Günü”nü görünce kedilerden
konuşmanın ve onlardan ilham almanın hiç de kötü olmayacağına karar verdim.
Anlayacağınız bir “kedi” gibi davrandım ve kafama eseni yaptım.
Soruyu da baştan soruyorum; “Kedi-sever misiniz?”
Benim hayatta en çok sevdiğim canlıların başında kediler gelir.
Hayır zannettiğiniz aksine hikayeye “Küçükken bir kedim vardı…” diye de başlamayacağım.
Zira küçükken balık ve muhabbet kuşu haricinde hiç o dünyadan bir arkadaşım
olmadı.
Ama kedilere hayranlıkla bakardım.
Hala da öyle.
Aşırı yumuşak tüyler, muhteşem renkler, güzel gözler...
Asil bir duruş…
Kedilerin bir zamanlar Tanrı olarak görülüp, onlara tapılması beni hiç
şaşırtmıyor.
Fırsat buldukça ve denk geldikçe kedileri gözlemlemeyi severim.
Aynı ortamdayız ama hep, kediler bu dünyayı bir farklı yaşıyormuş gibi gelir
bana.
Öyle farklı ki sanki başka bir evrenden gelmişler gibi.
İnsanlara bir şeyler öğretmeye mi gelmişler yoksa öylece takılmaya mı oradan
tam emin olamasam da çağlar boyunca kedinin bilgelik ve şifa ile
ilişkilendirilmesini son derece normal karşılıyorum.
Ev arkadaşı kedi olanlar ya da hayatında bir şekilde bir yerde kedilerle
alakadar olmuş olanlar ne dediğimi anlıyor sanıyorum.
Bir kediyle yan yana durmak bile sizi huzurlu bir ruh haline sokabiliyor.
Oynamaktan, okşamaktan falan bahsetmiyorum.
Kedinin kucağınıza yatmasında da bahsetmiyorum.
Öyle dümdüz bir kedinin yanınızda durması benim dediğim.
Bir süredir anneannemin evinde yaşıyorum bahçeyi mesken edinen bir dişi kedi de
bize eşlik ediyor.
Alelade bir Tekir.
İşin ilginci sokakta yaşayan canların ömürleri uzun olmasa da bu kız yaklaşık
3-4 yıldır buralarda.
Önce yavruydu sonra birkaç defa anne oldu, şimdi yeniden anne olacak.
Sakin ve sevecen.
Ben buraya taşındığımdan beri onunla oluşturduğumuz bir rutin var.
Sabahları uyanınca ya da biz kahvaltıya oturmadan biraz önce günaydınlaşıyoruz.
Ben ona mama koyuyorum, o benim ayaklarıma sürtünüyor.
Mamasını yerken mırlamaya başlıyor, bitirdikten sonra hala oralardaysam
sürtünmeye devam.
Sabahın en güzel hali.
O sürtündükçe güne dair endişelerim, gelecek kaygılarım yavaşça süzülüp
kayboluyor içimde.
Bazen de birlikte güneş banyosu yapıyoruz.
Güneş bulutların arasından azıcık gözükse bile, sızan güneş ışığının yüzümüze
çarpmasına izin veriyoruz.
Esniyoruz ve gözlerimizi kapatıyoruz.
Bilge bir öğreticinin yanında acemice hayatı öğrenmeye çalışan bir öğrenci
kılığına sokuyor beni.
Kedi ne düşünüyor bilmiyorum ama ben kendimi gerçekten “hayatta” hissediyorum.
Hep bu meditatif halde kalmıyoruz tabi.
Birdenbire aklına bir şey geliyor, benim duymadığım bir ses duyuyor ve ortadan
kayboluyor.
Yani herkes kendi hayatına dönüyor bir anda.
Sonra akşamüstü yine tekrarlıyoruz bu rutinimizi.
Ha, kedinin bizim bahçeye gelme sebebi bunları öğretmek midir?
Bilmiyorum, sevgili okur, muhtemelen değildir.
Biraz bilindik kedi güzellemesi yapayım derken kendimi yine o meditatif halde
buldum. (Yazının başıyla sonu arasındaki farkı böyle açıklayabilirim sanırım.)
Kedi(ler)in yakınlık kurma sebebi ne olursa olsun şu salgın günlerinde bir
kedinin dostluğundan kimseye zarar gelmez.
Siz yine her fırsatta, her yerde onlara bakar olun, sevgili okur.
Kim bilir bize öğretecekleri daha neler vardır?