Çünkü ne kadar da hafta bir buluşuyor olsak da bana sorsanız aradan aylar
geçmiş de mektup yazma sırası bana geçmiş gibi.
Bir süredir zaman hem çok hızlı hem de çok yavaş akıyormuş gibi geliyor bana.
Biz burada buluşmaya başlayalı neredeyse 8 ay olmuş, sevgili okur. (Üşenmedim
saydım.)
Her hafta yazı için bilgisayarın başına oturduğumda “Bir hafta ne kadar çabuk
geçti” derken buluyorum kendimi.
Ya da hayattaki başka şeylere (mesela iki ay önce olmuş bir şeye) “Daha dün
olmuştu o” derken buluyorum.
Bir hafta bazen sadece iki günmüş, bazen de aylarmış gibi geliyor.
Belki de dünya üzerinden geçen herkes hayatının bir yerinde bu insanlık halini
sorgulamıştır/sorguluyordur, bilemeyiz.
Sizi bilmem ama ben bilmek isterdim.
Çünkü madem hayatta tek işimiz yaşamak, biz de öyle ya da böyle yaşıyoruz bu
hayatı, zaman zaman içine düştüğümüz hallerde ve durumlarda yalnız olmadığımızı
bilmek beni bir parça rahatlatırdı.
O yüzden etrafımdaki insanlara son zamanlarda sık sık “nasılsın?” diye
soruyorum.
Genelde aldığım cevaplar rutin, otomatik cevaplar; favorim de “İyi, n’olsun?”
“Bilmem, bir şey olsun işte” diyesi geliyor insanın.
“Ya ben onu mu soruyorum?” diye bağırası.
Gerçekten bu cevabı almak için sormuyorum bu soruyu.
Neler olup bittiğini öğrenmek için de sormuyorum.
Aslında neler hissettiklerini ve düşündüklerini merak ediyorum insanların
sevgili okur.
Biraz da (evet, itiraf ediyorum) yalnız olmadığımı bilmek istiyorum.
Mesela ben şu sıralar çok yorgunum, bazen fazlasıyla sinirliyim.
Aşırı kırılgan hissettiğim anlar var.
Bazen sabahları sadece vakit öldürmek için uyanıyormuşum gibi geliyor.
Bazen elimi kolumu kaldırasım, bir adımın ardından ikinci adımı atasım gelmiyor.
An geliyor kendimi garip bir mücadelenin içinde buluyorum.
Günü kurtarmak için “Her yol mubah” derken buluyorum kendimi sonra bir
bakıyorum içimdeki ses “O kadar da kasma” diyor.
An geliyor gol yememek için tüm takımı defansa çağıran kaleci gibi hissediyorum
kendimi.
Bazen de farklı yenilen takımın şeref golünü atmak için kontrolsüz ataklara
çıkan forvet gibi.
Bir sabah “kraliçe” gibi uyanmışsam, bir sabah ekmek bulamayan “halk”
gibiyim.
Bir gün kendimi “Çok sıkıldım bu hayattan / Atıcam kendimi çekyattan” şarkısını
söylerken buluyorum, bir gün “Yaşamak ne güzel.”
Halbuki vitaminlerimi düzenli alıyorum, uykuma, yediğime, içtiğime dikkat
ediyorum.
O zaman neden böyle oluyor?
Basit ve sıradan bir gündelik hayat cümlesi, yabancı dil öğrenirken “Merhaba”dan
sonra ilk öğrenilen kelime / kalıp olan “Nasılsın”dan buralara gelmemeliydik
değil mi sevgili okur?
Neyse artık gelmiş bulunduk.
Bu seferlik de yazının akışı bizi bir yerlere götürmüş olsun ne var yani?
Bu kadar edebiyatı neden parçaladın diye soracak olursanız peki sevgili
okurcum, o sorunun cevabı ise çok basit:
Yalnız olmadığınızı bilmeniz için.
Madem hayattayız ve bu kimine göre kedinin yara zannettiği basit dertlerden muzdaripiz;
o zaman yalnız olmadığımızı bilmek bizi mutlu eder.
Yalnız değilsiniz sevgili okur.
Aynı buhranlardan birlikte geçiyoruz.
Ölmez de sağ kalırsak kutlamayı da birlikte yaparız, ne var yani!
***
Geçtiğimiz aylarda yazdığım “Karaağaç’ın İtalyan Bakkalı Liborio” başlıklı
yazıma harika bir geri dönüş aldım!
Hem de kimden?
Yazıda bahsettiğim online müze “2mi3museum”un kurucusu Dimitri
Daravanoğlu’ndan.
Daravanoğlu, nazik e-postasında Sanzoni Ailesi’nden, müzeden bahsetmemden ve
yazının sonunda bulunduğum öneriden çok mutlu olduğunu söyleyerek, teşekkür
ediyordu.
Ben kendisine cevap yazdım ama buradan da bu geri dönüşten çok mutlu olduğumu
tekrar söylemek istiyorum sevgili okur.
Çok teşekkür ediyorum Dimitri Bey,
sizden daha fazla Edirne hikayesi dinlemek için sabırsızlanıyorum.